27 Eylül 2008

Hayal kırıklığı

Hayal kırıklığı denince aklıma kristal bir bardağın taşta çıkardığı ses gelir. Tuzla buz olan bir güzellik, bir değer. Yok oluş. O bardakla ilgili kurduğum ilişkinin bitmesi ve son duygusu. Hayal kırıklığı; kolumun kırılınca canımın yanması gibi fiziki, bedeni bir acı vermesi bana. Güneşli bir güne uyanıp nereye gideceğine dair planlar yaptıktan sonra kara bulutların toplanıvermesi. Her cumartesi okul yok diye sevinirken birden şakır şakır yağmurun bastırması gibi. 
 Hayal kırıklığı yani sükut-ı hayal der eskiler. Beklenilen, arzu edilen bir şeyin gerçekleşmemesi halinde duyulan, hissedilen üzüntü. Derin bir üzüntü kaplar içimizi toprak kayması gibi. Tüm hayaller, düşler ve beklentiler altında kalır çamurun. Bir cesede dönüşür. Dünya kapkara bir çamur olur. Birinden telefon etmesini beklerken, sevdiğimizin bir kez bizi görmek için gelmesini beklerken bitmeyen saatler bitince yaşadığımız burukluk. Bugün akşam oldu yine gelmedi. Mehtap çıktı, gece yarısına yaklaşıyor saat, telefon hâlâ çalmadı. Her an bir sese odaklanmış bedenimin yay gibi gergin bekleyişi. Her sese ok gibi fırlamamız ve her fırlayışın sonunda pelte gibi koltuğa çöreklenmesi insanın.  
 Hayalimizde sevdiğimiz insanı ipeklere boğar, en güzel köşelere oturturuz. İşte, hayal kırıklığının tohumları da buralara ekilir yavaş yavaş. Bir gün salonun ortasında tek başınıza kalınca ya da yalan söylenince o ipekten ibrişimler boğar insanı. Hiç farkına varmadan beklentilerimiz hayal kırıklıklarımız oluverir.
  En büyük hayal kırıklığı onunla mücadele ederken kanatlarının ucundan kırılıverdiğini görmek sanırım. Uçmakta zorlanır da ruhun yorgun düşüverir avuçlarına. Gerçek seven bu düşüşü görüp sıcacık bir güven sunandır ki, hayal kırıklığına ilaç olur.

"Ne Kadar İlgi O Kadar Sevgi"kitabından....
  



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder